Emilia Kampı’nın Büyük Değerlendirme Toplantısı


Bölümün ortalama okuma süresi 12 dakikadır. İyi okumalar dileriz.


※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

Çevirmen: Baran

Redaktör: Bertiel

Destekçiler: Donatus, Echi_dna, Akari, Nurullqhx, Atakan Soner, Misertus, shingokuz, Lewysi, Taha Kurt, Künefe, agaligim, Katlicia, Lavedos, God’s Clown, Feylix, Samte, Only Rusen, Saitama ama jojo referansı, Allen Walker, Kayra Poyraz, LReiN, Ebubekir, Hexa, Arda, Fatih

Destek vermek isterseniz TIKLAYIN!

Discord’a gelmek isterseniz TIKLAYIN!

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

1

???: “Her zamanki gibi bencilsin amca!”

Onu yüksek sesle paylayan kişi kollarını göğsünde birleştirmiş genç bir kızdı.

Kızın başının üzerinde toplanmış örülü koyu lacivert saçları vardı ve resmî kıyafetleri ona ağırbaşlı bir hava katıyordu. Yumuşak hatlara sahip yüzü kesinlikle güzel sayılabilirdi ama şu anda gergindi, kaşları çatıktı ve öfkesi açıkça ortadaydı. Bu yüzden dikkatsizce iltifat etmek pek akıllıca olmazdı.

Bu kızın öfkesinin kaynağı saçları kendisiyle aynı renkte olan, van kedisi gibi farklı gözlü, buruk bir gülümsemeye sahip ve palyaçoya benzeyen uzun boylu bir adamdı.

Roswaal: “Sana verdiğim sıkıntı için özüüüür dilerim Annerose. Ancak mabede bizzat gelmene gerek yoktu. Yolculuk zorlu geçmiş olsa gerek.”

Annerose: “Eğer buraya bizzat gelmeseydim kim seni doğru dürüst azarlayacaktı ki! Herkes seni şımartıp durduğu için böyle başa bela tavırların oldu. Artık yetişkin bir adamsın o yüzden lütfen bunun üzerine düşün.”

Roswaal: “Aman aman, görünüşe göre senin önünde kendimi daima küçük düşürüyorum. Ama sanırım haklısın. Özür dilerim.”

Acı dolu ve derin bir gülümsemesi olan adam, Roswaal, omuzlarını düşürüp içtenlikle başını kıza doğru eğdi. Bu tavrı kızın gözlerini hayretle açmasına neden oldu.

Annerose: “Bu da neyin nesi birden? Senin böyle içtenlikle özür dilemen… Yoksa kafanı bir yere falan mı vurdun?”

Roswaal: “Tam olarak kafamı değil ama yüzümün yanları ve başka bazı yerlerim epey görkemli bir dayağa maruz kaldı.”

Annerose: “Ne! Amcamın yüzüne mi?! Kim böyle bir cüret gösterebilir ki!”

Kız şaşkınlıkla elini ağzına götürürken Roswaal arkasını dönerek ardındaki manzaraya baktı. Annerose’un beraberinde getirdiği ejder arabalarının alayının önünde gürültülü bir grup duruyordu. Roswaal onların arasında duran sarı saçlı çocuk Garfiel’i işaret etti.

Roswaal: “Yapan oydu. Gerçekten muazzam bir darbeydi… Beni doğrudan binanın öte tarafına uçuruverdi.”

Annerose: “Bu da ne böyle… Ona birkaç kelâmım var!”

Şaşkınlığını gizleyemeyen kız hızla Garfiel’in yanına doğru koştu. Kızın gelişini fark eden Garfiel ise biraz temkinli bir hâl aldı.

Kız parmağını ona doğru uzatarak,

Annerose: “Hey sen! Amcamı gerçekten patakladığını düşünmek… görülmeye değer bir manzara olmalı! Eğer amcam bu konuda sana sıkıntı çıkarmaya kalkarsa bana söyle, ben senin tarafında olacağım!”

Dedi ve bu sözler Roswaal’ın omuzlarının daha da düşmesine sebep oldu.

2

Annerose: “Benim adım Annerose Miload. Amcamın Mathers ailesinin bir yan kolunda doğdum… Bir bakıma onunla akraba olduğum söylenebilir. Tanıştığımıza memnun oldum.”

Bu görkemli tanıtımın ardından Annerose kusursuz ve zarif bir şekilde önünde eğildi.

Henüz on yaşına bile basmamış olan bu kızın her hareketindeki öz farkındalık onun soylu bir aileden doğduğunu ve üstelik kanının ne kadar saf olduğunu açıkça gösteriyordu. O derin çivit mavisi saçları tıpkı anlattığı gibi Roswaal ile kan bağı olduğunu kanıtlıyordu fakat―

Garfiel: “O kadar düzgün ve olgun ki Roswaal’ın akrabası olduğuna inanmak zor…”

Subaru: “Margrave size en aşina kişi olabilir ama onu soyluların genel temsilcisi olarak görmek akıllıca olmaz. Zaten Margrave Mathers’ın oldukça tuhaf olduğu bilinen bir gerçek.”

Otto:“Sanırım bu doğru. Kale içinde bile çoğu soylu beklendiği gibi davranıyordu.”

Subaru sessizce bu şekilde mırıldandığında Otto belirsiz bir ifadeyle “Sanırım öyle.” Diyerek onu onayladı.

Bu konuşmaya kayıtsız kalan Annerose’un getirdiği insanlar mabede teker teker girdi—yerleşim yerine girdiklerinde yüzü aşkın yolcuyu gruplara ayırmaya başladılar.

Her ne kadar mabet nihayet özgürlüğüne kavuşmuş olsa da şimdiki hâli yalnızca rezalet olarak tanımlanabilirdi. Ne de olsa Büyük Tavşan’ı çağıran yoğun kar yağışı ormanı tamamen kaplamıştı. Dahası bu orman hem Emilia’nın o cadı canavarını yok etmek için verdiği zorlu mücadelenin bir parçası olmuş, hem de Subaru ile Beatrice’in ilk savaşının gerçekleştiği yer olmuştu. Ayrıca bu çatışmaların artçı etkileri ormanı daha da harap etmişti.

Roswaal tamamen tükenmişti. Emilia ise yeni serbest kalmış gücünü kontrol etmekte zorlanıyordu. Bu yüzden karın kendi kendine erimesini beklemekten başka çareleri yoktu. Sonuç olarak mabet mevsim dışı bir soğukla baş başa kalmıştı ve geçici olup olmadığına bakılmaksızın herkes buradan bir an önce ayrılmak istiyordu.

???: “Ve tam o anda kusursuz bir zamanlamayla ortaya çıkan kişiler…”

???: “―Efendimizin emirleri doğrultusunda önceden hazırlıklarını yapmış bizlerdik. Korkutucu.”

Otto ve Subaru: “Uaahhh!?”

Sohbetleri tamamen doğal bir şeymiş gibi bölünen Subaru ve Otto aynı anda irkiliverdi. Onların şaşkınlığını gören mavi saçlı genç adam hafifçe eğilerek özürlerini sundu: “Bu benim kabahatimdi.”

Gencin koyu mavi saçları derli topluydu ve dışarıdan bakınca zeki izlenimler bırakan yüzünün sol gözüne bir mercek takılıydı. Siyah bir uşak üniformasıyla kaplı bedeni oldukça ince görünse de iyi eğitilmişti ve acemi birinin bile fark edebileceği kusursuz bir fiziğe sahipti.

Subaru: Ş-Şey, sen?..

Clind: “Bendeniz Clind. Annerose-sama’nın hizmetinde çalışan bir kâhyayım. Daha önce efendimizin… Roswaal L. Mathers’ın hizmetinde, tabii ki yine bir kâhya olarak bulunuyordum. Cüretkâr.”

Subaru: “Bir kâhya… Sanırsam uşaklar ve hizmetçiler arasında en yüksek mevki bu.”

Clind: “Evet, bu doğru. Bilgece.”

Clind başını hafifçe eğerek cevaplayınca Subaru’nun omurgasından bir ürperti geçti.

Annerose’un tavırlarından da oldukça etkilenmişti fakat Clind ondan bile bir adım ötedeydi. Nasıl açıklayabilirdi acaba? öylesine kusursuzdu ki bu durum insanı rahatsız edecek kadar iticiydi.

Otto: “Affedersiniz Clind-san. Az önce hazırlık yapmaktan bahsettiniz değil mi?”

Clind: “Doğru. Efendi bizimle önceden iletişime geçti. Siz Otto Suwen’siniz. İç işlerinden sorumlu bakan değil mi? Detaylara çoktan hâkimim. Yetenekli.”

Otto: “Ben o karara neredeyse hiç dahil olmamışken bunu öylece kabul edemem!”

Otto mevkinden dolayı mızmızlanırken kenardan ona bakan Subaru alçak bir sesle mırıldandı: “Cidden mi?”

Annerose’un liderliğindeki bu kurtarma ekibinin önceden hazırlanmış olması elbette Roswaal’ın müjde metninin içeriğini gerçeğe dönüştürdükten sonra bunun gerekli olacağını kesinlikle düşündüğü anlamına geliyordu.

Kader sonunda farklı bir yola sapmış olsa da böylesine bir şekilde kurtarılacak olmaları son derece ironikti.

Clind: “…Bu sayede efendiyi bağlayan büyünün en azından bir kısmını çözebiliriz. Minnettar.”

Subaru: “Ne? Bu da nereden çıktı birdenbire?!”

Clind: “Açlık çekmenin zamanı gelmedi mi? Yemek yemek isteyip istemediğini soruyordum. Tekrar ediş.”

Subaru: Hayır, kesinlikle bu değildi!? Gerçekten önemli bir şey söylediğin hissiyatını alıyorum!?

Subaru bu açık örtbas girişimine itiraz etti fakat Clind kaşlarını kaldırdı, omuzlarını düşürdü, yorgunluğunu göstermek istercesine iç çekti ve Subaru’nun sorularına cevap vereceğine dair en ufak bir işaret göstermedi.

Bu tavrı Subaru’yu Clind’in Roswaal Malikânesi ile bağlantılı biri olduğuna ikna ediverdi. Ve böylece Subaru Clind karşısında şaşkınlığa düştü.

???: “Yine aynı şey… Başkalarını böyle kışkırtmak senin gerçekten kötü bir alışkanlığın. Bunu kontrol altında tutmalısın Clind.”

Subaru: “Frederica sen bu adamı tanıyor musun? Bekle, bu zaten bariz.”

Frederica sanki göz ardı edemeyeceği bir şey görmüş gibi onlara yaklaşırken Subaru’nun sözlerine son derece isteksizce başını sallayarak karşılık verdi: “Evet.”

Frederica: “Ne yazık ki onu epey uzun zamandır tanıyorum. Çünkü Roswaal’ın hizmetinde uzun zamandır bulunuyor… Ben de ilk başladığımda onun himayesindeydim.”

Subaru: “Onu uzun zamandır tanıyan biri olduğunu düşünürsek epey soğuk davranıyorsun…”

Frederica: “Sanırım öyle. Uşaklığa uygun bir yeteneğe sahip olduğunu kabul ediyorum… Ancak bu adam o yeteneklerinin telafi edemeyeceği derecede derin kusurlara sahip. Özellikle de…”

Sanki tanışıklıkları kadar uzun bir şikâyet listesi varmış gibi görünen Frederica türlü türlü yakınmalar sıralamaya başlayacak gibiydi. Ama başlamadan önce küçük bir silüet hızla onlara doğru koşuverdi.

???: “Frederica nee-sama! Tüm köylüler açıklıkta toplandılar. Şimdi ne yapmalıyız?”

Frederica: “P-Petra! Hayır, şu an buraya gelme!”

Petra: “Eh?”

Petra köylüleri ejder arabalarına yönlendirmeyi az önce bitirmişti ve şimdi bir sonraki talimatlarını almak için Frederica’nın yanına geliyordu. Bu durum Frederica’nın yüzünün bembeyaz kesilmesine neden oldu fakat artık çok geçti.

O fark ettiğinde ise… Clind çoktan şaşkınlık içindeki Petra’nın önünde duruyordu. Onun insan gözünün görebileceğinin ötesine geçen hızına herkes hayretler içinde bakakalmışken Clind Petra’ya tepeden bakıp başını salladı.

Clind: “Anlıyorum. Bu kızın şu anki hâli gerçekten de umut verici. Altın yıldız.”

(Ç.N: Japoncada aslında “çiçek tacı” diyor. Bu da küçük çocuklara verilen bir ödül türü.)

Petra: “Ş-Şimdiki hâlim mi?… Geleceğim değil mi yani?”

Clind: “Evet şimdiki hâlin. Potansiyelle dolu bir ruha sahipsin. Değerinin zirvede olduğu an tam olarak bu gençlik dönemlerin. Frederica da bir zamanlar senin gibiydi ama şimdi bir bakınca… Hayal kırıklığı.”

Frederica: “Kendine gel, seni lanet olası sapık!”

Frederica beklenmedik ve bir o kadar da acımasız bir tekme ile Clind’e saldırdı. Clind arkasına bakmadan bu saldırıdan sıyrıldı ve Petra’nın arkasına kaydı.

Frederica: “Uhya”

Frederica: “B-Böylesi haksızlık, seni sapık! Adamakıllı savaşsana!”

Clind: “Böylesi saçmalıkları kes. Bir kavga söz konusu değil. Ben sadece bu kızın umut verici hâline bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Evet, Petra, ona işini en iyi şekilde nasıl yapacağı konusunda biraz öğüt vermek istiyorum. Lütuf. Bununla neden engel olasın ki? Garip.”

Frederica: “Sen!..”

Clind her zamanki sakinliğiyle dururken Frederica vahşice saldırmaya başladı fakat Clind tüm saldırılardan kaçınarak sürekli Petra’yı aralarında tutuyordu. Petra bu rüzgâr girdabında zaten başı dönmeye başlamıştı ama çatışma giderek daha da şiddetlendi.

Otto: “Ah, Natsuki-san. Ben bu işi bir şekilde hallederim, o yüzden şimdilik Emilia-sama’yı görmeye gitmen en iyisi olacaktır.”

Subaru: “Bu çok büyük bir yardım olurdu ama bir şekilde derken ne demek istiyorsun?..”

Otto: “Bir şekilde, bir şekilde demek. Şey, önümdeki yol göz önüne alındığında en azından bunun gibi bir şeyle başa çıkabilmem gerekir ya da öyle bir şey işte.”

Otto omuz silkeleyerek böyle söyledi. Bu da Subaru’nun gözlerini büyümesine neden oldu. Ardından arkadaşının kararlılığı ve düşünceli tavrı karşısında gözlerini hemen kaçırıp sırtına şiddetle vurmaya başladı.

Otto: “Canım acıyor! Hey, aniden ne yapıyorsun öyle!”

Subaru: “Dert etme. Peki o zaman, geri kalanını sana bırakıyorum, iç işleri bakanımız.”

Subaru, aceleyle koşmadan önce sadece bunu söyledi. Arkasında “Hâlâ kabul etmedim!” gibi bir ses duydu ama her zamanki gibi umursamadı.

Böylece hızla açıklığa ulaştı. Mezarlığın hemen önünde Emilia’yı merdivenlerde Annerose ile konuşurken buldu ve onlara doğru koşturdu.

Beatrice: “Mm, Subaru geç kaldın. Ne yapıyordun, merak ettim doğrusu?”

Subaru: “Ah, pardon pardon. Az önce Otto ile sohbet ediyordum, sonra da garip bir tayfuna yakalandım… Beako, mercek takan bir uşağa sakın yaklaşma. Ne olursa olsun ondan uzak durmalısın.”

Beatrice: “―Bu da nereden çıktı? Bir uşak tam olarak ne yapabilir…”

Subaru: “Şey, öyle işte. Lütfen Beako, sen benim için çok değerlisin. Sana bir şey olmasını istemem.”

Beatrice: “A-Anladım doğrusu. Yani madem bütün bunları söylüyorsun, sanırım yapacak bir şey yok… Senin dediğini yapacağım sanırım.”

Subaru, içten bir ifadeyle yalvardı. Bu da Beatrice’in yüzünün kızarmasına ve kararsızca başını sallamasına neden oldu. Subaru en azından şimdilik bunun Beatrice’in talihsiz bir şey yaşama riskini azaltacağını düşündü.

Geriye kalan tek şey Clind ile Beatrice arasında herhangi bir temasın gerçekleşmesini nasıl engelleyebileceğini düşünmekti.

???: “…Bu hâlin Clind’le karşılaştığını gösteriyor.”

Subaru hem rahatlamış olmanın hem de Beatrice’in sevimliliğinin etkisiyle onun başını okşuyordu, bu sırada ona seslenen kişi ise Ram’dı. Dirseklerini tutarak her zamanki duruşunu koruyan Ram’ın açık kızıl gözleri birden daraldı.

Ram: “Ram onu bir süredir görmedi ama anlaşılan o ki iflah olmaz doğası zerre kadar değişmemiş.”

Subaru: “Ah, belliydi zaten… Demek sen de tanıyorsun ha. Hem bu kadar ike biri olup hem de loliconcu olması… Tanrı’nın zalim bir eylemi olsa gerek.”

(Ç.N: İke veya ikemen, yakışıklı erkekleri tabir eder.)

Ram: “‘Yakışıklı’ ya da ‘lolicon’ denen şeylerin ne anlama geldiği hakkında en ufak bir fikrim yok. Ama bu onun özünde var. Genç ve ışıl ışıl olduğu zamanlarda Ram’la bile fazlasıyla samimi olmuştu. Hiç şüphesiz…”

Subaru: “Hiç şüphesiz?”

Ram: “Hiç şüphesiz Rem için de aynısı olmuştur.”

Gözlerini hafifçe indiren Ram; bunu âdeta kendini ikna ediyormuş gibi, bir şeyi doğruluyormuş gibi bu sözleri sarfetti. Sözleri Subaru’nun göğsünde ani bir acı hissetmesine neden oldu.

Rem’in varlığı ve anıları hâlâ yoktu. Onu malikâneden buraya güvenle getirmiş olmasına rağmen Ram’la olan buluşması bir hayli karışıktı.

Subaru Ram’ın Rem’i hatırlamıyor olmasından zaten incinmişti, bu kez de çok farklı olmamıştı. Ama farklı olan bir şey vardı: Bu dünyada Ram ve Rem’in bir geleceği vardı.

Rem’i geri getirecekleri düşüncesi. Ram onu hatırlayamasa da onun kendi kız kardeşi olduğunu kabul ediyor ve bu gerçekle baş etmeye çalışıyordu. İşte bu Subaru’yu rahatlatan şeydi.

Subaru: “Her neyse… Bir şekilde Clind ile bir arada yaşamak zorundayız bu yüzden o konuda sana güveniyoruz, nee-sama.”

Ram: “Sanırım öyle. Şunu da söyleyeyim: Gençlerle ilgili olarak erkek-kız ayrımı yaptığı söylenemez.”

Subaru: “Bu bilgiyle tam olarak ne yapmalıyım acaba?!”

Onun sapkınlıklarının derinlerine inmeye çalışmak da sıkıntılı bir durumdu. Bu Subaru’nun çığlık atmasına neden oldu ve buna karşılık olarak Ram’ın dudakları bir anda rahatlayarak, Ram’a özgü o ağırbaşlı bir gülümsemeye dönüştü.

Bunu gören Subaru, yüzüne buruk bir gülümseme takındı ve sonra―

???: “Hey sen, oradaki! Emily’nin bahsettiği Subaru sen misin?”

Subaru: “Hey, sakin olsana”

Biri hızla Subaru’ya doğru koştu. Bu onun içgüdüsel olarak bir adım geri atmasına sebep oldu. Parmağını ona doğrultan kişi hiç şüphesiz Annerose’du.

Gözleri ona hiddetli bir bakış atarken dudakları ise titriyordu.

Subaru: “Benim ama… Eh? Neden bana böyle düşmanca bakıyorsun?”

Annerose: “Nedeni gayet ortada! Emily’nin bu kadar savunmasız ve sevimli olmasını kullanıp ondan bir öpücük aldın! Bunun sorumluluğunu alabilir misin?!”

Subaru: “Ne…?!”

Annerose’un suçlayıcı sorgusu karşısında Subaru ne diyeceğini bilemedi. Bunun üzerine Emilia şaşkın bir ifadeyle tartışmanın arasına girdi.

Yüzünde kıpkırmızı bir hâlde Annerose’un minik omzunu tuttu.

Emilia: “Y-Yanılıyorsun Anne! Beni buna zorlamadı. Hatta istemezsem çekilmemi bile söyledi. Ben çekilmedim, o yüzden… Benim onayım dahilindeydi!”

Subaru: “Bekle Emilia-tan. Söyleme şeklin hiç onaylıyormuşsun gibi değildi! Ayrıca, Emily mi? Bu çocukla nasıl bir ilişkin var ki?

Annerose: “Emily, Emily’dir, bu ona taktığım sevgi dolu bir lakap. Emilia ve ben birbirimize takma isimlerle hitap ederiz, işte böyle yakın bir ilişkimiz var. Bunu anladıysan artık yolumuzdan çekilsen iyi olur meraklı haşere.”

Elini sallayarak onu uzaklaştıran tavrı daha önce sergilediği genç bir soyluya özgü zarafetin en ufak zerresini taşımıyordu. Sadece aşkta rakibe karşı bir düşmanlık ve bir savaş ilanı söz konusuydu.

Subaru: “Bekle, aşkta rakip olmamız garip değil mi?! Emilia-tan dünyanın en tatlı kızı, bilirsin ya!”

Annerose: “Peki bunun önemi ne? Biz ikimiz onun karnındaki bebeği sevgiyle büyüteceğiz. Hadi çabuk çekil buradan seni evlilik bozucu.”

Beatrice: “Hıh! Az önce söylediklerini göz ardı edemem! Bu şımarık velet Betty’nin anlaşma sahibine böyle bir şey söylemeye cüret mi etti? Belki de o çeneni kapatmalıyım!”

Ram: “Acaba öpücük mü kullanacaksın? Biraz ileri gidiyorsun Beatrice-sama.”

Subaru: İşleri daha da karıştırıyorsunuz o yüzden biraz sessiz olun. Beako, nee-sama!

Beatrice, Annerose’un Subaru’ya haksız yere yaptığı hakaretler yüzünden sinirliydi ve şimdi Ram da ortalığı karıştırıyordu. Subaru da durumu çözmek için telaşlı hâlde çabalıyordu.

Tüm bunları izleyen Emilia’nın ametist gözleri fal taşı gibi açılıverdi ve dudakları aniden bir gülümsemeyle gevşedi. Parmağı; göğsündeki büyülü kristale, Puck’ın uyuduğu yere, hafifçe dokundu.

Emilia: Bu geeeerçekten de kaotik ama… Fufu, bunlar benim için çok değerli insanlar.

Emilia’nın fısıltısı gürültülü tartışma içinde kayboldu ve kimse tarafından duyulmadı.

Ama büyülü kristal bir anlığına da olsa parıldayıverdi. Âdeta sevgili kızını dinliyormuşcasına.

SON

0 0 oylar
Bölümü nasıl buldun?
Lütfen birbirimize karşı saygılı olalım. Spoilerlardan kaçınalım. Güzel güzel yorumlar yazalım!
3 Yorum
En eski
En Yeni En Çok Oy Alanlar
Inline Geri Bildirimleri
Tüm yorumları görüntüle
Ybo
Ybo
Ağustos 31, 2025 23:59

destek yorumu

bahar kızıl
bahar kızıl
Eylül 1, 2025 22:34

Çeviri için teşekkürler

Arda Kılınç
Arda Kılınç
Eylül 2, 2025 15:17

Teşekkürler!

⚙️
Scroll to Top